top of page

HALEPÇE, HALEPÇE...

HALEPÇE, HALEPÇE...

Nadir YEKTAŞ

17.03.2001

Yaklaşan baharı karşılamaya hazırlanıyordu Ön Asya’nın şirin bir kasabası.. Genciyle-yaşlısıyla, kadınıyla-erkeğiyle, büyüklerin ne yaptığını bir türlü anlayamayan çocuklarıyla, 70.000’diler.. Dünya televizyonları normal yayınlarını kesip görüntüler geçerken, ekran başındaki insanlar önce şaşkın bir kaç saniye sonra da dehşet içinde elleriyle gözlerini kapıyorlardı. Kendine insanım diyenin tahammül edemiyeceği, sağlıklı bireyin böylesi hastalıklı bir cinneti algılayamayacağı bir vahşetin görüntüleriydi.. Haberi geçen dış kaynaklı gazeteciler hem ülkemizin, hem de yok edilmeye hüküm giymiş kasabanın adını telaffuz etmede zorlanıyorlardı.. Dünya için yeni, nerdeyse adı duyulmamış olan, fakat geride yüzlerce yılın onurlu direnişi ve her direnişin kanla boğulduğu bu ülke Kürdistan, kasabanın adı Halepçe’ydi.

1988 yılının Mart’ında televizyonda gördüklerimin dışında gazetecilerin gelen ilk haberlerle ilgili söylediklerini sanki dünmüş gibi duyar gibiyim: “ Şehirde, kadın-erkek-çocuk ve hayvanların yığınla cesetleri evlerin-yıkıntıların arasında, toprak yollarda.. Kadınlar çocuklarını sımsıkı kucaklarında tutmuşlar, sanki ölmemiş gibi avlularda, masaların başında.. Çocuklar ellerinde oyuncaklarıyla sanki derin bir uykuya dalmış gibiydiler.. Vucutlarının renkleri mum gibi-morumsu.. Cansız vücutları, açık gözleriyle ve ağızlarından gri-mor bir maddenin bıraktığı izlerle öyle yatıyorlar..”

Halepçe’yi “hayalet “ bir şehre dönüştüren, Kürt olmaktan başka bir suçu olmayan silahsız, savunmasız insanlarımızın çocuklarına sıksıkı sarılmış, yarasız-beresiz bedenlerinin, sanki koşarken oracıkta yıkılıp kalmalarının nedeni Irak’ın kullandığı kimyasal silahlardı. Halkımızın üzerine yağdırılan, tüm Halepçe’yi yok edecek güçteki zehirli gaz bombalarıydı. Medya çalışanları, insanlarımızın zehirli bombalardan kaçıp kurtulmak inancıyla evlerine kaçıp, kapı ve camlarını sıkı sıkı kapamış olabileceklerini, fakat yayılan gazların onları evlerinde yakaladıklarını yazıp anlatacaklardı. Halepçe, insan belleğinde, zalimin vahşetinin en akılalmazı, en korkuncu olarak çakılıp kalacaktı..

1925 Cenevre anlaşmasıyla kimyasal silahların kullanılması kesinlikle yasaklanmasına rağmen, Irak Nisan 1987’den itibaren kimyasal silahları halkımızı yoketme politikalarını gerçekleştirmede kullanmaya başladı. Daha Halepçe’yle ilgili dünya kamuoyunun dehşet ve şaşkınlığı sürerken, 27-28 Mart’ta Karadağ’a bağlı köylere zehirli gaz bombalarıyla saldırılıyor, yüzlerce insanımız yaşamını yitirirken binlercesi sağlığını kaybediyordu..

Katliamın duyurulmasında uluslararası medya görevini yaparken, Kürtler yaşadıkları bütün dünya ülkelerinde yığınsal protesto gösterileri yaparak jenositi lanetlerken, dünya kamuoyunun oluşturulmasını haklı olarak bekliyor ve istiyorlardı. Irak’ı teşhir ve mahkum eden cılız sesler gelmeye başladı; Birleşmiş Milletler Konseyi Irak’ı kınadı, İngiltere Dışişleri Bakanı Irak büyükelçisini uyardı, birçok batılı ülkenin parlamenterleri ve partileri Irak’ı kınadı.. Dost-düşman bir kez daha görünür gibiydi o günlerde; Türkiye’den demokratik kuruluşlar dahil ses gelmedi.. O dönemin TC başbakanı Özal, Irak’ı ziyaret ettiğinde Halepçe’yi ağzına bile almadı.

Halepçe’yle birlikte kimyasal silahlar konusu sanki varlığından yeni haberdar olunmuşcasına gündeme gelir gibi oldu; Almanya’da savcılık birkaç silah fabrikası hakkında Irak’a kimyasal gazların maddesini satıyor iddiasıyla! soruşturma açtı. Herkesın bildiği bir sır olan olgu; “6 ülke( Belçika, Almanya, Avusturya, İtalya , İngiltere, Hindistan) kimyasal silah üretimiyle ilgili olarak Irak’a yardım ediyor” gibi açıklamalar medyada yer alıyordu.

Bir taraftan mazlum bir ulusun insanı ve ülkesiyle birlikte yokedilmesinde kullanılacağı riskinin 100% olduğunu bilip, kimyasal zehirlerin hammaddesinin satılmasına göz yumup, sadece kendi ülkelerine girecek parayı düşünen batılı ülkelerden, Irak’ı kesın bir biçimde mahkum etmeleri beklenemezdi.

Kimyasal silahlarda kullanılan hammaddelerle ilgili raporlar, Avrupa Konseyinde tartışma konusu yapılıp bu maddelerın Avrupa Birliğine üye olan ülkeler tarafından ihracının durdurulması, yasaklanmasıyla ilgili çalışmalar somut olabilecek sonuca ulaştırılamadı.

Irak’ın sistematik olarak halkımıza karşı uyguladığı imha polıtıkası sadece insanımızı yoketmeye yönelik değil. 1963’den bu yana Güney Kurdistan’a yağdırılan bombaların, insanımızla birlikte, canlı olan herşeye yönelik olduğunu biliyoruz. Ülkemizin doğasına saldırı tüm hoyratlığıyla sürerken, orman ve yeşil alanlar yakılıyor. Güney Kürdistan’da 5.000’in üzerinde köy yerle bir edilip yüzbinlerce insanımız göç ettiriliyor, köyler insansızlaştırılıyor. Mezarlıklar ve yarı yanmış evler ve ağaçlar olmasa yok edilen bu bölgelerde bir zamanlar sokaklarında çocukların oynadığı, damlarında, ağaçlarında kuşların ötüştüğü bir köyün var olduğunu düşünmek güç.

Meyva bahçeleri, üzüm bağları, ceviz ağaçları yakılıyor, doğal su kaynakları, kuyular zehirleniyor ve çimentoyla kapatılıyor. Binlerce yıldır doğayla uyumlu, içiçe yaşayan insanımız bu yaşama biçiminden zorla koparılıyor, kısaca hem insanımızın hem ülkemizin doğası işlevini kaybediyor..

Birleşmiş Milletler 1995 yılında “Savaş Suçluları”yla ilgili bir eski Yugoslavya için bir de Rwanda’da işlenen soykırım için Uluslararası bir Mahkeme oluşturdu. Katliamın suçluları, suçları sabit görülerek bu mahkemede yargılanıyorlar, yakalanmayanlar gıyaplarında yargılanıyorlar ve bu katillerin yakalanmaları için çalışmalar sürdürülüyor.. Amerikan Hükumeti bir açıklama yaparak, 1970’li yıllarda Kamboçya’daki soykırımla ilgili katliamın sorumlularıyla da ilgili olarak mahkeme oluşturulması ve katliamın sorumlularının hesap vermesini istedıklerini duyurdu.

1945 yılında 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Nürnberg’de “insanlığa karşı suç” işlediklerinden ötürü çok sayıda katil “nazi” yargılanmış ve mahkum edilmişlerdi. 50 yıl aradan sonra insanoğlu benzeri mahmemelerde benzeri suç ve suçluları yargılamaya başladı, değişen sadece katillerin isimleriydi. Suç aynıydı; “halk katliamı”.

1995’de kurulan mahkemeler 1970’lerde işlenen Kamboçya’daki halk katliamını da gündeme getirirken, Kürtlerin, Halepçe katliamıyla ilgili girişimlere başlamasının zamanı geldi diye düşünüyorum. Halkımıza karşı işlenen suçun birincil faili Irak’ta. Halepçe’nin canlı şahitleri yaşıyor. Raporlar, araştırma sonuçları raflarda unutulmaya terk edilemez..Katliamın bilançosu; 5.000 ınsanımız canverdi. 17.000 sağlığını kaybetti. Kalanlar tüm acı ve unutulamaz anılarını Halepçe’de bırakıp göç ederken, canlı olan herşey ya yok oldu ya da kirletildi.

Halepçe’de olanların sorumluları hala yaşıyor. Dünya kamuoyu, uluslararası kurum ve kuruluşlar; başta Birleşmiş Milletler olmak üzere dikkatler Halepçe katliamına çevrilerek, ilgili girişimler vakit daha fazla geçirilmeden başlatılmalı. Her Kürt birey olarak tek tek bu çalışmaya omuz vermek onurluluğunu üstlenmeli. Bu herşeyden önce hem insan olduğumuz için, hem de kürt olduğumuz içindir.

Halepçe’de yavrusunu, kardeşini, ana-babasını, sevdiğini kaybedenler, suçluların mahkemelerde hesap vermesini beklerken, yıllarca atılan bombalarla ve 1987-88 yıllarında fırlatılan zehirli gazlarla kirletilmiş, sahiplerinden koparılmış, bir zamanlar sevgiyle ekilip biçilen ülke topraklarımız, yine bildik, sadık Kürt insanının elleriyle temizlenip, yeşermeyi bekliyor..

bottom of page