BU KAPKARA KİBİR / BU YOĞUN ŞİDDET
KİME NE KAZANDIRIR
Veysel ÇAMLIBEL / Siyaset, silah, diplomasi birbirinden uzak kavramlar değil, yaşam mücadelesinin üç saç ayağı. Siyaset devlet olmuşsa, abasını hemen altına saklar silahını. Şiddet, zorbalık gizli ya da açık siyasetin doğasına, ruhuna uygundur. Silahın bir eliyle siyaseti, diğeriyle diplomasiyi kavradığı da biliniyor. Hukukun ise ne yazık ki, iddialara rağmen kendinden menkul bir kerameti yok. Şöyle böyle denilse de, elindeki hassas ölçen terazisi ile adalet çaresizdir, hukuk ve adalet ne yazık ki, şiddet uygulayan gücün elinde bir oyuncaktır.
İnsan, her halükarda can ve mal güvenliğini koruması karşılığında özgürlüğünden vaz geçip ‘’namus belası’’ devlet denilen aygıta sığınmış, teslim olmuştur. İnsanın devlet ile olan tarihi macerasının özeti budur. İnsanların can ve mal güvenliği devlete emanettir. Ama devlet bahanesi ne olursa olsun, en öldürücü silahlarıyla vatandaş dediğinin köyünü, mahallesini, şehrini kuşatır, can ve mal güvenliğini hiçe sayar, topa tutar, yıkıp yakmaya kalkarsa, ne olur? Yüreğine saklı kalan tek sığınağı onuru da elden giderse ne yapar? Kendisini korumaz mı? Öylesi durumlarda, insani, vicdani, ahlaki değerleri kör topal da olsa bir arada tutan köprüler yıkılıp, çökmez mi?
Yeri göğü ile doğa temiz, güzel, masum. Hayvanlar, en vahşisi bile insandan daha ‘’insan ’’, daha adil, daha merhametli… İnsanlık cephesindeyse kötülük, kirlilik önlenemiyor, geriletilemiyor, yaşam oldum olası sorunlu. İnsani, vicdani, ahlaki değerlerin ‘’müşterisi ‘’ni ara ki bulasın. Kalıbıyla, ambalajıyla insan var, ama insani ruh yok. Dilin, kültürün farklıysa, bir hak olarak kendin olarak yaşamak istiyorsan yandın, gittin. Şu dünyada insan ve halkların hukukunun ancak adı var, kendisi yok. Tabularla savaşan insanlık, her seferinde dönüp dolaşıp bir başka tabu üretiyor. İnsan, ‘’ benim devletim ‘’ diye tabulaştırdığı aygıtı, çaresizlikten bizzat kendi elleriyle yarattı. Diğer yandan, devletin yoksa, insan ve halk olarak hukukun da yok. İnsanlık, devleti, ‘’ kendi devletini ’’ eleştirecek, değiştirecek kadar olsun gelişmemiş… Büyük insanlık şimdilik Kaf Dağının ardındaki bir ütopya, belki ondan da ilerde bir yerlerde, çok uzaklarda…
* **
Kürt Halkını tanımamaya yemin etmişler olsa da, dünya alem onu tanıyor. Kürtler Mezopotamya’nın kadim halklarından... Kürdistan, yüz yıllardır üzerinde savaşların yapıldığı, geriye ise hep acı ve yıkımların bırakıldığı bir ülke. Yüz yıl önceleri yeniden parsellenip bölüşülmüş… Üstü zorbalıkla örtülmüş büyük bir gerçek. Küllerin altından kor ateş yanıp durmuş bunca zaman. Küllerinden yeniden dirilmiş bir halk, yeniden uyanmış, dimdik ayakta duruyor… Kürtler, geleceklerini tırnaklarıyla kazıyan, özgürlüğe bileğinin hakkıyla koşan, şu şaşırtıcı yükselen enerjisiyle hala devletsiz bir halk. Ama artık yalancı bir emzikle oyalanacak, pışpışlayıp uyutulacak bir durumda da değil. Kürtler, farklı şans ve imkanlara sahip olsalar da, her bir parçasında eş zamanlı bir uyanış içinde… Bu ulu özgürlük kervanı dört bir koldan tutuşmuş, yürüyor…
Bu, kutuplu dünyadaki ölçülere vurulup değerlendirilecek bir devrim yürüyüşü değil. Bir emek, sağ sol melesinin çok ötesinde, bir insanlık yürüyüşü… Bu, içinde Kürt rönensansını, Kürt aydınlanmasını taşıyan, dipten gelen bir dalga ileri itilen büyük bir yürüyüş… Keskin ideolojilerin, kaba siyasetlerin uzağında, insani, vicdani, ahlaki bir yürüyüş… Bu kervan, derinden özgürleşme, kendisini yeniden yaratma, insanileşme, geleceğini kendi elleriyle sabırla inşa etmek yolunda… Bilenler bilmeyenlere anlatsın; çok acı ile tanışmış, feleğin çemberinden geçmiş, neyin nasıl olabileceğini artık fark eden, olgunlaşma yolunda olan bir Kürt Halkı’nı… Kürt Halkı, statü sahibi olmanın eşiğinde duran, yüreği geniş, umutları, enerjisi yüksek bir halk. İlkbaharda kabaran coşkulu sular gibi, yana yakıla akacağı yatağına girmiş….
‘’Kürt Halkı ne diyor, ne istiyor?’’ deniliyor… ‘’Hepimiz insanız, dokuz ay on günde doğduk, senin benden üstün neyin var’’ diyor karşılık olarak... Kürtler, devlet karşısında eşit insan, eşit halk olmak istiyor. Her halk gibi özgür ve eşit konumda olmak istiyor. Yan yana, iç içe yaşadıkları bölge halklarına; gelin, şu ‘’ bizim devletimiz’’ dediğiniz devletleri hepimizin ortak devletleri yapalım diyor. Yaşamı, özgürlük, eşitlik, adalet esası üzerinden değerlendirip, paylaşalım diyor. Bu istenenler her insan, her halk için bir hak… Hak, dini İslam’da Allah’ın adıdır. Biz Kürtler ‘’ Heq navê wedê ye’’ deriz… Hak pazarlık konusu edilemez, Hak kutsal, hak Allah’ın adı…
Susup durumu idare etmeye kalkmak ise kabul edilemez. Yok, bu vaziyet gayet iyi, ben halimden memnunum derseniz, beni ikinci sınıf insan, ikici sınıf halk görmeyi sürdürürseniz, eni kendinizden aşağı görür, kabul ederseniz, ben ne yapabilirim? Kendimi küçük, çaresiz mi göreyim, köle mi olayım, köle mi kalayım? Bu soru çıkar karşımıza… Özgür, eşit insan, halk olmak, onurla yaşamak gerek… Ya kölelik ya da insanlığını, onurunu, kimliğini kuşanarak mücadele… Doğrusu, insana yakışanı bu… Kürt halkı bir yol ayırımına varmış, ya köle olacak, ya özgür insan…
Dünya, kimsenin babasının çiftliği değil; tarih içerisinde, farklı iklimlerde, topraklarda şekillenmiş, farklı renklerden halk topluluklarının ortak mülkü… Ve bu güzel dünya, bu verici doğa herkese yeter. Aç gözlülüğe, kin, kibir kuşanmaya, bıyıkları burup orayı burayı fethedip, yakıp yıkmaya hiçbir haklı neden yok. Kürt halkı; yok edilemeyen, yaşayan kimliğini, kendisini var eden toprağını, dilini, kültürünü, tarihini, bu değerlerle donanan insanlığını, insanlık onurunu savunuyor.… Ve kendi geleceğini kendi elleriyle belirlemek istiyor… İnsan olan bundan gocunur mu?
İnsanlar fanidir, insanlık davası baki…
Elimiz her daim insanlık onurunuzda, vicdanımızda olsun.
VEYSEL ÇAMLIBEL
Not;
Yeni yıl insana, insanlığa özgürlük, eşitlik, adalet getirsin.
Umut, sevgi, direnç çoğalsın,
Zulmün sonu gelsin…